Günümüzde büyük şehir hayatının kalabalığı ve trafiği sebebiyle ya da gelişen teknoloji ile birlikte doğada vakit geçirmek ve sosyalleşmek giderek imkânsız hale geliyor. Dolayısıyla, gün içinde sık sık kendini hatırlatan stres ile karşı karşıya gelmek durumunda kalıyoruz. Peki, hem dilimizden düşmeyen hem de hayatımızın tam ortasına yerleşen stres tam olarak ne anlama geliyor? Stres, belli bir tehdit karşısında psikolojik, zihinsel ve bedensel şekilde verdiğimiz tepkilerden oluşur. Bedenin strese tepkisi genellikle kalp çarpıntısı, nefes alamama, uyuşma, terleme, titreme, bulantı ya da baş ağrısı şeklinde olurken duygusal tepkilerimiz ise kaygı, korku, mutsuzluk, huzursuzluk, sinirlilik, çaresizlik şeklinde görülebilir. Stres anında sinir sistemimiz adrenalin ve kortizol hormonu salgılar ve bedeni alarm durumuna geçirir. Günlük hayatımızın orta yerinde aniden belirebilen stresle baş etmek için neler yapmalıyız sorusunun cevabı ise aslında kolaylıkla ulaşabileceğimiz ve uygulayabileceğimiz bazı eylemlerden oluşuyor.
Stresin ruhumuzda ve bedenimizde yarattığı olumsuz etkiler ile nasıl başa çıktığımızı kaynaklarımız, yani bize iyi gelen şeyler belirliyor. İngiltere’de yapılan bir araştırma, insanları mutlu eden durumların oldukça basit görünen küçük şeylerden oluştuğunu kanıtlar nitelikte. Üç bin kişinin katıldığı ankete göre, ormanda yürümek, denizde yüzmek, çikolata yemek, geçmişi hatırlatan bir şarkı dinlemek, almak istediği kıyafetin indirime girdiğini görmek, kek yemek ve arkadaşlık kurmak gibi küçük durumlar insanlar için büyük mutluluk kaynağı olabiliyor. Tüm bu kaynakların arasında sosyal çevre ve kurduğumuz yakın ilişkiler önemli yer kaplıyor.
Yakın ilişkilerde eş, aile, arkadaş ya da çalışma arkadaşları fark etmeksizin hem ruhsal hem de fiziksel temasta bulunmak büyük önem taşıyor. Psikolog Alberto Gallace ve Charles Spence, gelişen ilk duyu organımızın dokunma olduğunu ve dış dünya ile bağ kurmamızda dokunmanın önemli bir yere sahip olduğunu söylüyor. California Los Angeles Üniversitesi’nde gerçekleştirilen birkaç araştırmada, dokunma sayesinde beyinde salgılanan oksitosin hormonunun harekete geçtiği ve bu sayede güven, sevgi ve huzur duyguları artarken korku ve kaygı duygularının azaldığı gözlemlenmiştir. Oksitosin hormonu, doğumdan sonra da salgılanan, bağın artmasına yardımcı bir kadın hormonudur ve aşk hormonu olarak da bilinir. 2007 yılında North Carolina Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, sarılmak stres altındayken artan kortizol hormonunun düşmesine ve dolayısıyla stresin yarattığı olumsuz ruh hali ile bedensel ağrıların azalmasına büyük ölçüde yardımcı oluyor. 100 evli çiftin katıldığı araştırmada, çiftlerin yaklaşık 20 saniye süren bir sarılmanın ardından özellikle kadın partnerlerde kortizol hormonunun belirgin ölçüde düştüğü ve oksitosin hormonunun arttığı kanıtlanmıştır.
Miami Üniversitesi Dokunma Araştırma Enstitüsü (Touch Research Institute – TRI) kurucusu Dr. Tiffany Field, dokunmanın en güçlü şeklinin el ele tutuşmak olduğunu söylüyor. El ele tutuşma anında kalp atışı yavaşlar, kan basıncı dengelenir ve beden rahatlama, gevşeme evresine geçer. Virginia Üniversitesi ve Wisconsin Üniversitesi’nde yapılan araştırmalarda stres yaratan durumlarda el ele tutuşmanın ve dolayısıyla dokunmanın olumlu etkisi ortaya çıkmıştır. 16 evli katılımcı ile yapılan araştırmada denekler elektrik şoku verileceği tehdidi ile korkutulmuş, eşlerinin elini tutan deneklerin kortizol hormonlarındaki düşüş sebebiyle bu tehdit karşısında yaşadıkları acı ve huzursuzluk hissi ile çok daha kolay başa çıkabildiği bulunmuştur.
El ele tutuşmak stresi belirgin ölçüde azaltırken kan basıncını dengelemesinin etkisiyle birlikte kalp hastalıklarına karşı da güçlü bir koruyucudur. Korku ve kaygının daha az hissedilmesine yardımcı olur ve kişide “güvendeyim” hissiyatı yaratır. Doğum öncesi ya da doğum sırasında eşlerin el ele tutuşmasının kadınların doğum sancısının yarattığı acı ile daha kolay başa çıkmalarını sağlar. Son yıllarda, doğumun hemen sonrasında çıplak bebeğin annenin çıplak göğsüne yerleştirilmesi ile oluşan “Ten Tene Temas” sayesinde bebeğin ağlamalarının önemli ölçüde azaldığı, süt emme süresinin arttığı ve kalp atışı, solunum ve vücut ısısının çok daha dengede olduğu görülmüştür. Dolayısıyla, doğumdan itibaren dokunmak, sarılmak yani temas etmek hayatımızda yadsınamayacak derecede önem taşıyor. Üstelik sarılmak ya da el ele tutuşmak hiçbir maliyeti olmayan, bedava bir eylem.
Ülkemizde de el sıkışmak, öpüşmek ya da sarılmak gibi fiziksel temas içeren eylemleri seviyor ve günlük hayatımızda sık sık kullanıyoruz. Her birimiz merhabalaşırken tokalaşarak, sevinci ya da acıyı paylaşırken sarılarak, bayramlarda el öperek fiziksel temasta bulunuruz. Dolayısıyla, Türk toplumu için özellikle sevgi, şefkat ya da saygı içeren dokunma davranışlarının bir çeşit toplumsal terapi etkisi yarattığını söylemek mümkün.
Aile Terapisti Virginia Satir, “Yaşamaya devam etmek için günde dört kez sarılmaya, kendimizi onarmak için sekiz kez sarılmaya ve gelişebilmek için on iki kez sarılmaya ihtiyacımız var” diyerek fiziksel temasın hayatımızdaki yerine vurgu yapmıştır.
Uzm. Klinik Psk. Damla Ekmekçibaşı